Nihal Atsız Gerçeği

12 Temmuz 2016

Nihal Atsız, Türkçülük mefhumunun yakın tarihte yaşamış en etkili ismi olarak dikkat çeker. Pek çok yönü ile tartışılan, tenkit edilen ve savunulan bir isim olan Nihal Atsız"ın Türkçülük mefkûresi içerisindeki yerini tetkik etmemiz, Türkçülüğü idrak edebilmemiz için elzemdir. Nihal Atsız"ın Türkçülük davası içerisindeki yeri, konumu, Türkçülük mefkûresine sağladığı katkı ya da sebep olduğu tahrifatlar, Türkçülüğün günümüzdeki pozisyonu açısından fevkalade önem arz eder. Altını çizeceğimiz hususlar işte tam da bu noktada bizi doğruya ulaştıracaktır. 

Önce Nihal Atsız"ı tanıyalım. Nihal Atsız, Cumhuriyetin ilanında henüz 18 yaşındaydı. Türkçü düşüncenin en kuvvetli cenahını teşkil eden Askeri Tıbbiye Mektebinde okuduğu yıllarda Türkçülük ile tanışan Atsız, kısa zamanda bu fikrin ateşli bir savunucusu olmuştu. Hatta Arap asıllı bir Teğmen"e selam vermeyi reddettiği için okuldan atılmıştı. İlerleyen yıllarda öğretmenlik yaparak yaşamını devam ettiren Atsız, zamanla Edebiyat ve Tarih alanında kendisini geliştirerek bu alanlarda uzmanlaştı. Ömrünün kalan kısmını Türkçülük üzerine fikir yürüterek, dergiler ve kitaplar çıkartıp yazılar yazarak geçirdi ve zamanla Türkçülüğün Cumhuriyet dönemindeki en etkili ismi haline geldi. 

Atsız güçlü bir kalem, başarılı bir tarihçi, geniş kitleler tarafından takip edilen bir fikri liderdir. Cumhuriyetin ilk yıllarında yaşamış ve devrin debdebeli yıllarında gündemi belirleyen bir aktör olmuştur. Kaleminin gücü ve ilmi birikimi ile zamanla benimsediği Türkçülük ideolojisinin amelde olmasa bile fikren liderliğine yükselmiştir. Bu sebepledir ki Türkçülük mefkûresi Atsız"ın fikri liderliğinde yön değiştirmiş, bu idealin istikbalini etkileyen önemli bir kırılmaya yaşamıştır. 

Türkçülük, Osmanlı"nın son 50 yılında ortaya çıkmış, devletin kararan istikbalini feraha ulaştırmak gayesiyle kurtuluş yolları arayan eğitimli Osmanlı gençleri arasında filizlenmiş, 2. Meşrutiyet sonrasında geniş kitlelere yayılarak devrin münevverleri tarafından itibar görerek devletin akademik unsurları içerisinde nüfuz imkanı bulmuştu. Bu süreçte Ziya Gökalp, Mehmet Emin Yurdakul, Yusuf Akçura gibi mihenk taşları Türkçülük fikrini bir mefkûre haline getirmiş, fikri ve siyasi hatlarını şekillendirmiş ve bilimsel temellere oturtmuşlardı. Türkiye Cumhuriyeti de bu fikri temeller üzerine kurulmuş ve nihayet tam anlamıyla Türkçü bir merkezi idareye kavuşulmuştu. 

Nihal Atsız"ın Türkçülük fikirleri her ne kadar bu saikler içerisinde ortaya çıkmış olsa da Atsız"ın Türkçülük anlayışı, küresel milliyetçilik akımlarından fazlasıyla etkilenmiştir. Osmanlı"nın Türkçülük şuuruyla, içinde bulunduğu tüm imkansızlıklara rağmen ihya olması ve garp aleminin tüm taarruz ve tecavüzlerine rağmen başarıya ulaşması Batı"da yeni bir Milliyetçi akımın ortaya çıkmasına sebep olmuştu. 1. Dünya Savaşından sonra Türkiye"de olduğu gibi ideolojik bir devrim ile ihya olmaya tevessül eden İtalya, Mussolini önderliğinde bir milliyetçi merkeziyetçilik doktrini üretti; Faşizm. Tümüyle Irka dayalı bir anlayışla İtalyan Irkının üstünlüğünü iddia eden bu düşünce hızla itibar gördü. Bu fikir diğer Avrupa devletleri arasında da itibar görmeye başladı. Almanya"da Nazizm, İspanya"da Falanjizm, Belçikalılar Reksizm, Romenler Gardizm fikri ortaya çıktı. Tüm bu ideolojilerin temel fikri, kendi Irklarının üstünlüğü üzerine inşa edilmişti. Amaç ise ortaktı; kendi Irklarından olmayan tüm kitlelerin bertaraf edilmesi ve Irklarının yüceltilmesi. 

Bu fikir bilimsel ve sosyolojik temellerden uzaktı. Zira mesele aslen akraba olan tüm beyaz ırkların farklı siyasi idareler altında farklı milletlere dönüşmesinden ibaretti. Hiçbirinin diğer kitleden biyolojik olarak üstün olması mümkün değildi. Öyle bile olsa, çağın imkanlarıyla bunun tespit edilebilmesi mümkün değildi. Bütün mesele gücü ele geçirerek üstünlük iddia eden hakim kitlenin, aşağılık kabul edilen diğer ırkları sömürebilme imkanına sahip olmasıydı. 18. Yüzyılda İngiltere de ortaya çıkan ve Marksizm ile beslenen üstün-aşağılık insan sınıflandırması, üstün addedilen insanların kendilerinden daha aşağılık ırkları yönetmesi ve sömürebilmesine olanak tanıyacaktı. İki asır önce İngiliz aristokratların Afrikalı kölelere, İspanyolların Amerikan yerlilere uyguladığı köleleştirme ve köleliği yasallaştırma politikalarını şimdi birbirleri üzerinde uygulamaya çalışıyorlardı. 

Nihal Atsız"ın Türkçülük fikri, bu küresel hengameler içerisinde şekillenmekteydi. 20. yüzyılın ilk yıllarında Türkçülüğü ihya eden Genç Osmanlılar (Jön Türkler) bu kez Avrupa"nın efendilik ideali merkezinde yükselen Irkçılık rüzgarlarını tartışıyorlardı. Bu genç kitle vaktiyle Pantürkizm, Panislamiz ve  Panottomanizm fikirlerini tartışıyorlardı ve bu mülahazalar neticesinde Pantürkizm fikrinin teveccüh görmesiyle Türkçülük şuuru yükselmişti. 1925"lerden itibaren yükselen yeni trend Irkçılıktı. İtalyan Faşizmi, İspanyol Falanjizmi, Belçika Reksizmi ve Romen Gardizmi birbirlerinin türevleriymişçesine aynı doktrinleri benimsemişlerdi; "Tüm Irkların en üstünü Beyaz Irk, Beyaz Irkın en yücesi ise biziz." 

Bir dönem İttihat (Kurtuluş) fikirlerinin tartışıldığı Tıbbiye ve Harbiye, Cumhuriyetin ilanı ile Türkçülüğü benimsemişti ve artık tartışılacak bir tarafı kalmamıştı. Bu heyecanlı kitle bu kez Irkçılık fikrini masaya yatırmış ve bu fikir etrafında söylemler üretmeye başlamıştı. Ancak bir sorun vardı. Batı"da ki ırkçı akımlar Türkleri beyaz ırkın içinde tasnif etmiyor, Moğollar gibi barbar bir kavim olarak mülahaza ediyorlardı. Alman Faşizminin ortaya çıkması ile bu kritikte ortadan kalktı. Almanlar 1. Dünya Savaşındaki diplomatik ve siyasi bağları hasebiyle Türklere karşı daha makul yaklaşıyordu. Türkleri de beyaz ırk dahilinde mülahaza ederek bir anlamda eski müttefiklik bağını kaybetmekten imtina etmekteydi. 

Batı"da yükselen Irk merkezli ideoloji rüzgarı Genç Türklere ulaşmıştı artık. Cumhuriyet, Ziya Gökalp"in işaret ettiği üzere Soy-Kültür-Dil ekseninde yani en az birkaç nesil boyunca Türklerle yaşayan, Türk kültürünü benimseyen ve Türkçe konuşan herkesin, kendisini Türk hissetmesi durumunda Türk addedilmesi şuurunu benimsemişti. Ancak Osmanlı döneminden beri muhalif güruhun devam ettiği Tıbbiye ve Askeriye, mihmandarları arasında bulunduğu Türkçülük fikrini bu yeni siyasi akımla uyuşturmaya tevessül etti. 

Genç Türkler arasında yükselen ve açıkça Batı"da yaşanan gelişmelerden etkilenen Irkçı Türkçülük akımının bir mensubu da Nihal Atsız"dır. Zira talebelik yıllarında Arap asıllı bir Teğmen"e selam vermeyi reddetmiş ve bu sebeple mektepten atılmıştır. Nihal Atsız"ı bu eyleme meyletmesinin sebebi şüphesiz ki içerisinde bulunduğu ve benimsediği Irkçı Türkçülük akımı olmuştur. Şunu kolaylıkla anlayabiliyoruz ki; Teğmen herhangi bir milli hassasiyete tecavüz etmemiştir. Zira Atatürk Türkiye"sinde buna cüret etmek söz konusu bile diğeldir. 

Şunu açıkça anlayabiliyoruz ki; Nihal Atsız temel kuruluş felsefesine bağlı bir Türkçü değildir. O, Batı"da esen Irk üstünlüğünü esas alan ve içerisinde bulunduğu Genç Türkler hareketinin meylettiği Irkçı Türkçülük hareketini benimsemiş ve tüm fikirleri bu eksende şekillenmiştir. Oysa Türkçülük mefkûresi Ziya Gökalp, Yusuf Akçura, Mehmet Emin Yurdakul gibi isimlerle zirveye çıkmış, Ziya Gökalp tarafından sosyolojik ve bilimsel temellere oturtulmuş, Cumhuriyetin kurucu felsefesini olmuştur. Bu sebepledir ki; Nihal Atsız"ın tarif ve tasvir ettiği Türkçülük, ne Atatürkün, ne Ziya Gökalp"in ne de Türkçülüğün diğer mihenk taşları olan önemli isimlerin ortaya koyduğu Türkçülük ile bağdaştırılamaz.

Irkçılığın Türkçülüğe Verdiği Zararlar

Irk merkezli Milliyetçilik, Osmanlı"nın kurtuluşunu, Cumhuriyetin temellerini ve Türk Dünyasının istikbalini tahsis eden Türkçülük anlayışının tümüyle dışında bir mefhumdur. Her ne kadar Milliyet kavramı içerisinde mülahaza edilse de Türkçülüğün esas gayesi bir milleti ihya etmektir. Oysa Irkçılığın gayesi bir Irkın üstünlüğünü ve diğer Irklara tahakküm edebilmesini mümkün kılabilmektir. 18. Yüzyıl İngiltere"si ve 19. Yüzyıl Amerika"sında ortaya çıkan, kölelerin özgürleştirilmesini sağlayacak yasal düzenlemelere karşı bir kısım aristokrat kesim tarafından Karl Marks"ın evrim doktirinlerine dayandırılmaya çalışılan üstün ırkın efendiliğini düşüncesinin Avrupa"da ki hakimiyet mücadelesinde bir unsur olarak kullanılmasından daha fazlası değildir. 


Nihal Atsız, benimsediği ve hararetle savunduğu Irkçılık fikrini kaleminin gücü ile yazdığı etkili yazılar ve Türk Tarihine mâl olmuş fevkalade başarılı eserlerle geniş kitlelere yaymayı başarmıştır. Bu başarısının sırrı ise fikirlerini halkın anlayabileceği üslup ve yöntem ile gerçekleştirmiş olmasıdır. Türkçülük mefkûresinin en kıymetli eseri tartışmasız olarak Ziya Gökalp"in Türkçülüğün Esasları adlı kitabıdır. Ancak bu ve benzeri yayınlar, Nihal Atsız"ın bir romanı ya da şiiri kadar halk nezdinde tesir göstermemiştir. Bunun yanında Türkçülüğün ortaya çıktığı ve yükseldiği devirlerde, okuma oranının çok düşük oluşu da bir faktördür. Cumhuriyetin kazanımlarından biri olarak yükselen okuma-yazma oranı, bunun yanında 1940"lı yıllardan başlayarak 1970"li yıllara kadar uzanan roman, şiir ve edebiyat okuma alışkanlığı, televizyon, gazete ve radyo gibi kitle iletişim araçlarının zenginliği hasebiyle fikirlerin daha hızlı ve tesirle yayılabilme imkanı da muhtelif unsurlar olarak dikkat çeker. Bu dönemde Türkçülük fikrini bu denli güçlü ve etkili anlatabilecek bir fikir adamının olmayışı Nihal Atsız"ın fikirlerinin benimsenmesi ve doğrudan Türkçülük anlayışı ile bağdaştırılmasına yol açmıştır. 

Peki Nihal Atsız"ın fikirleri hangi bakımlardan Türkçülüğe zarar vermiş ve tahrifata yol açmıştır? Bu sorunun yanıtı yakın tarihimizde yaşanan siyasi gelişmelerle kolaylıkla açıklanabilir. Öncelikle Cumhuriyetin kurucu felsefesi olan Türkçülük, bir anarşist harekete dönüşmüştür. Nihal Atsız liderliğinde yükselen Irkçılık anlayışı, gösteriler, şiddet ve çatışmalarla gündeme gelir olmuştur. Elbette bu süreç, İsmet İnönü"nün kendine özgü bir Kemalizm meydana getirme çabasından doğan baskı ve  şiddet ortamıyla da pekişmiştir. Tüm olanlardan tek başına Nihal Atsız"ı sorumlu tutmanın haksızlık olacağı gibi Atsız"ın bu tehlikeli süreçte suçsuz ve kabahatsiz addedilmesi de mümkün değildir. Tüm bu yaşanan süreçler doğrultusunda ortaya çıkan sonuç şudur ki; İsmet İnönü döneminde Türkçülük bir suç haline gelmiş, Nihal Atsız ve onun hararetli ancak mahzurlu ve anarşiye dayalı hareket tarzı sebebiyle Türkçülük, halk nezdinde ürpertici ve tehlikeli bir imaja bürünmüştür. 

Nihal Atsız"ın Türkçülük mefkûresine verdiği en büyük zarar ise Türkçülük cephesinin ikiye bölünmesine sebep oluşudur. Asırlardır İslam şuuru ile yaşayan ve bu şuuru idari, siyasi, ahlaki ve kültürel alanlarda hayatın her sathına yayan Türk milleti, Atsız"ın İslami değerler hakkında sarf ettiği tehlikeli ifadeler karşısında tepkilere yol açmıştır. Bu tepkiler itikadı açıdan muhafazakar kitle ile Atsız"ın her sözüne kayıtsız şartsız itibar eden kitlelerin ayrışmasına sebep olmuştur. Bu ayrılık 1950"li yıllarda tırmanarak nihayet 1969"da ki C.K.M.P. kongresinde iplerin kopmasına yol açmıştır. 

Türkçüler, 1958 yılında kurulan Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi bünyesinde siyaset yapmaktaydılar. Nihal Atsız, Türkçülerin doğrudan siyasete girmesini tasvip etmediği için bizzat bu teşekkülün içerisinde yer almamıştır. Ancak fikir ve söylemleri ile parti içerisinde bir güç unsuru olmuştur. 1950"li yıllarda yükselen Irkçı-Muhafazakar çatışması C.K.M.P. içerisinde de çatlak seslerin çıkmasına yol açıyordu. Nihal Atsız önderliğindeki kitle İslam"a mesafeli yaklaşıyor, İslam dini ve Hz. Muhammed hakkında sarf ettiği mahzurlu söylemlerden geri atmıyordu. Buna karşılık itikadı mihenklerine saygısızlık edildiğini düşünen muhafazakar kesim bu duruma tepki gösteriyor ve Atsız"ın söylemlerini tasvip etmediklerini ifade ediyorlardı. Bu çatışma ortamı, C.M.K.P."nin 1962 yılında Adana"da yapılan kongresinde hat safhaya ulaştı ve Türkçü cephe ikiye bölündü. Alparslan Türkeş, muhafazakar kesimin talep ve beklentileri doğrultusunda hareket ederek İslami değerlerle yakın durmuş ve genel başkan olmayı başarmıştı. Buna karşılık Nihal Atsız önderliğindeki Irkçı cephe partiden ayrılarak siyaset dışı bir mücadele benimsedi. 

Alparslan Türkeş, muhafazakar Türkçülerin teveccühünü kazanmıştı ancak onun siyasi istikameti Türkçülük yolunda ilerlemek değildi. 1969 yılında M.H.P."yi kurarak idealini Türkçülük değil Ülkücülük olarak açıkladı. O artık bir Türkçü değildi ve kendi belirlediği doktrinler doğrultusunda yeni bir ideoloji ile hareket edecekti. Bu doktrinin özünde şuydu; "Türklük Bedenimiz, İslam Ruhumuz".

Türkçüler önce Batı"dan etkilenerek Irkçılık rüzgarlarına kapılmış, ardından Irkçılık akımı Nihal Atsız"ın liderliğinde ve İsmet İnönü"nün baskı politikaları neticesinde anarşizme meylederek bir suç halini almış, nihayet Alparslan Türkeş"in ortaya çıkması ile bir kısım Türkçüler siyasetten çekilmiş, kalan kısmı ise Türkçülüğü terk ederek Ülkücülük fikrine devşirilmiş oldu. 

Nihal Atsız, 1975 yılında vefat ettiğinde ardında bıraktığı manzara içler acısıdır. Zira Türkçülük adeta can çekişmektedir. Gençlik yıllarında meylettiği Türkçülük fikrini önce batıdan etkilenmiş olan Irkçılık ideolojisiyle özdeşleştirerek tahrif etmiş, ardından Türkçülüğün anarşist bir hareket ve suç unsuru haline gelmesinde baş aktör olmuş ve aynı fikir etrafında birleşmiş olan Türkçü cephe içerisinde ayrılığa sebep olarak Türkçülerin ikiye bölünmesine sebep olmuş, nihayetinde ideolojik kırılmalar ve fikri ayrılıklar nedeniyle Türkçülük anlayışı siyasetten silinerek toplum nezdinde tehlikeli ve mahzurlu bir hareket olarak addedilir hale gelmiştir. 

Kim bilir belki de hayatı boyunca hiçbir hatasını kabul etmeyen, hiçbir söyleminden geri adım atmayan Nihal Atsız, ihya etmek için ömrünü adadığı Türkçülük fikrinin yaşadığı çöküşü ömrünün son demlerinde de olsa müşahede etmiş, bu durumdan kendisine bir pay çıkartarak vicdan azabı duymuştur.